sayaç

ANA SAYFA

  

ÖNEMLİ BİR DUYURU !..
SAYGIDEĞER KÖYLÜLERİM VE PİKNİ,K MERAKLILARI OLAN KOMŞU KÖYLÜLER
TURSUN KÖY- ZDRAVETS BLOGSPOT İNTERNET SAYFASINDA SAĞ KÖŞEDE BİR ANKET VAR LÜTFEN BU ANKET'DEN PİKNİK TARİHİNİ SEÇİN .EĞER ÇOĞUNLUK BU TARİHİ SEÇERSE SEÇİLEN TARİHTE TURSUN KÖYLÜLERİN ONAYIYLA KARAR ALINACAKTIR . BÜTÜN TURSUN KÖYLÜLERİ VE KOMŞU KÖYLÜLER BU EĞLENCE PİKNİK GÜNÜNÜ SEÇMEK İÇİN BU ANKETE .OYLARINI KULANARAK İSTEDİĞİ TARİHİ SEÇME ŞARTIYLA 52 GÜN VADEYLE SİZLERİ ANKETE KATILMANIZI DAVET EDİYORUM .17 TEMMUZ ,24 TEMMUZ ,31 TEMMUZ ,28 AĞUSTOS VE 04 EYLÜL / ARZUNUZA GÖRE BURAYA YORUMLA GÖRÜŞÜNÜZÜ BİLDİREBİLİRSİNİZ YİNE GÜNLER ANKET İLE BİRLİKTE SAYILACAK
SEÇİM SİZİN .

NOT: Eğer bu Tursun köy --Zdravets blogspot internet sitesine ilk defa girenler var ise lütfen googleye Tursun köy- Zdravets yazarak ya da sadece Tusunköy yazması yeterlidir .LÜTFEN ANKETİN ALTINDA SARI METİN VAR ONA TIKLAYINIZ BAŞLAMADAN ÖNCE .



SAYGIDEĞER KÖYLÜLERİM ,ŞU ANDA ÇOĞUNLUKTA 31 TEMMUZ %71 OLARAK PUANLARI İYİ GİDİYOR 50 GÜN KALDI ANKETİN BİTMESİNE BELKİ SİZİN SAYENİZDE 31 TEMMUZ ÇOĞUNLUĞU SAĞLARSA BU GÜN PİKNİMİZ OLACAK. ANKET MAYISIN SONUNDA SÜRESİ BİTECEK. LÜTFEN ELİNİZİ ÇABUK TUTUN PİKNİĞİMİZİN GÜNÜNÜ AYARLAYALIM .



DUYURU : BURÇAK DİYOR:
Topal Kerimlerin Bakir ve Gülzade'nin torunu , Ayşe ve Yüksel'in oğluyum. 24 Nisan 2016 Pazar günü saat 13.00-17.00 saatleri arasında Esenyurt Nikah Sarayinda nişanım olacak. Tüm köylülerimize duyurulur.

  


GÖLCÜKLERİN İSMAİL VE ÜRKÜŞ' ÜN OĞLU / YUSUF İLE MELİHA'NIN OGLU GÖKSEL'İN DÜĞÜNÜ YAPILACAKTIR. TURSUN KÖYLÜLERE VE İLGİLİLERE ÖNEMLE DUYURULUR.

.
SELİM HOCALARIN SABRİ'NİN OĞLU -FADLİ VE AYŞE'NİN OĞLU BİİROL'UN DÜĞÜNÜ 21 MAYIS 2016 CUMAERTESİ GÜNÜ YAPILACAKTIR BÜTÜN TURSUN KÖYLÜLERE V E İLGİLİLERE ÖNEMLE BİLDİRİLİR


Kantonların Üzeyirin ve Emine'nin Kızı Feride'nin kızı Seval'in 7 Mayıs 2016 Cumaertesi günü düğün töreni yapılacaktır Tursun köylülere ve ilgililere önemle bildirilir












Bir Ölüm Haberi

Tursunköyden Nasıflar Sülalesinden Nasıf Mehmet'in oğlu Akif Güngör bu akşam saat 22: 15   te Pazar günü vefat etmiştir . Yarın pazartesi günü   24 09 2012  olarak  GaziOsmanpaşa camisinde cenaze namazı kılınarak Öğlen mütakiben Gül Bahçe Mezarlığında defnedilecektir . Ailesine Baş sağlığı diler Tursunköylüler adına ve meftaya Allahtan rahmet dileriz .
 Tursunköylülere ve tanıdıklarına akrabalarına önemle bildiririm. .

 

 

 

 

  Saygıdeğer köylülerim bu internet sitemiz var olduğu müddetçe sizlere düğün ,nişan ve diğer önemli örf adetleri hastalık ,ölüm haberlerini de. elimden geldikçe bildirmeye çalışacağım .Yapılan bütün düğün ve Nişan’ın yapılış tarihleri muhtemelen yerin adresleri bildirilecektir. Ayrıca Tursunköylülerinn yaptığı nişan ve düğün ve diğer örf adetlerin karışmaması açısından çok önemlidir .                         

       Değirmencilerin Mehmet'in Torunu Zehra^nın 14 Ekim Pazar günü Saat 13:00 -17:00 arası düğünü var . Tursunköy ve komşu köylülerin Dikkatine.
              







                           ALİ KURT'UN AİLESİ  
                                     










                                              




                                              MURATLI İNANLI TARİHİ ÇEŞMEDEN GÖRÜNTÜLER
                                                               









                                                     Muratlı özel eğlence alanı hus_gun



                    TOPÇU AHMET' ' İN  SÜLALESİ
             TOPÇU AHMET' 'İN OĞLU İSMAİL'İN AİLESİ


























                                               TOPÇU İSMAİL'İN OĞLU AHMET ZABITA OLARAK 
                                                                        GÖREV YAPMAKTAYDI
                                                Topçu Ahmet'in torunu Ahmet ile Ürkenin kız torunu




                          TEKİRDAĞ'LI   MUSTAFA ÖZTÜRK  HATIRA FOTOGRAFINDA
                                         TEKİRDAĞ İSTASYONUNDA GÖRÜNÜYOR .

                                    
                              Tursunköyün Kuruluşu


Tursun köyde hicri (1300-1350) yıllarında bir sözle yapılan tahminler doğrultusunda Cenevizler yaşamış. Mahalle Pınarlar yanı dediğimiz yerde yaşadıklarına dair kanıt olarak çanak çömlek parçalarına rastlanmıştır. Bu yer ise köyün güney doğusunda bulunmaktadır. Bu yerin adına göre önemi de çoktu burada dört pınar varmış, bu dört Pınardan birine ise Kara ağaç Pınarı ismini alıyordu. Bu yere Mahalle Pınarlar yanı o yüzden denmiş, yani çok pınarları olduğundan işte bu semt biraz da tarihi olduğu için yakışmış ona, bu ekmeklerini alın teriyle çalışarak çıkarmışlardır. Gölcükler sülalesinde sözü geçen Konya Karamandan gelen Pir oğlunun sülalesinden Pir oğlunun torunlarından Çolak Kadir’in oğlu Abdullah Tursun köyde ölünceye kadar ailesiyle birlikte oturmuştur. Tursun köy, rivayetlere göre hicri 1300-1370 yıllarında komşu köylerden önce kurulmuştur lakin yine de söylentilere ve tahminine göre Cenevizlerin Köyümüzde olduğu yıllarda ise Tursun köyün şimdi olduğu yere, Osmanlı idaresi zamanında köyümüze Konya Karamandan, Kütahya illerinden ve Türkiye’nin diğer muhtelif bölgelerinden gelen 7 aile tarafından kurulmuştur. Böylece köyümüzün bir yönden gelişmeye başladığı besbelli kanıtlarla anlaşılmaktadır. Tursun köye gelen bu aileler çiftçilikle uğraşarak geçimlerini sağlamışlardır.Tursun köy,Bulgaristan‘ın kuzeyinde bulunmaktadır.Bir Deliorman Köyüdür . Razgrat iline bağlıdır ve ilçesi ise Kemalar‘dır. Şumnu Kemalar yolu üzerinde Kovancılar ve Podayva arasında kalmaktadır. Palamar kulağının sağ tarafında çok az yüksekliği olan bir yerdedir. Kemalar‘ın 20 km. güneyindedir. Razgrat ili Samuil belediyesine bağlı Türk köyüdür. Komşu köy, Kovancılar kuzey doğumuzda kalmaktadır ve aynı zamanda Kovancılara girmeden önce Koca koru ve Koca meşe denilen yer her iki köyün sınırı olarak vaktiyle belirlenmiştir. Doğusunda ise Hebibköyle "Yamaç" denilen bu ormanla sınırlıdır.Kuzeyden ise komşumuz podayva köyü ile, lakin Dağ yamacı ve Enense ormanlarıyla köyümüze sınırlıdır .

........................................... . .Hüseyin GÜNTEKİN

Tursunköylülere Duyurular !..

Nasıfların Mehmet'in oğlu Akif   hasta Tursunköy ve komşu köyden hısım yakın akrabaları ve eş dostu ziyaretine gelmeleri için ilgilenlere önemle duyurulur .

         Rumeli Bölgesine Konya Karamandan ve Diğer İllerden
                       Gelerek İslamiyetin Yayılması

   Osmanlı devletinin kuruluşundan sonra yaklaşık 1320 yıllarında, Devletinin bında bulunan Osman bey hastalanınca, yerine oğlu Orhan beyi bırakmıştı. Osmanlılar aşbir yandan ülkenin sınırlarını genişletmeye çalışırken diğer yandan da yapılan yoğun çalışmalar neticesinde Rumeli’yi alıncaya kadar çetin savaşlar yapmış, hayli uzun yıllar geçmişti. Osmanlı Devleti yönetiminin başında bulunan Orhan bey 1341 yılında Rumeli topraklarını zapt etmek için büyük bir orduyla savaş hazırlığı yaparak İstanbul‘un kuzeyinde bulunan Karadeniz kıyılarını Kantakuzen adına fethetti. Kantakuzen ise Rumeli yönetiminde bulunduğu vakitler, Rumeli güçlü bir duruma geldi ve Orhan beyin verdiği birliklerle güç olan durumdan kurtulan Kantakuzen zaman zaman papaya başvurarak Türklere karşı haçlı sefer yapılmasını istedi. Osmanlı Devleti yapılan bu savaşta Bulgar ve Sırp ordusunu bozguna uğrattı ve Dimotekada önemli bir zafer kazanmıştı. Lakin böylece Osmanlılar Rumeli’nin büyük bir bölümünü fethetmişti. Osmanlıların Rumeli’ye yerleşmesi Avrupa‘nın dikkatini çekmekle, Balkan Devletleri arasında anlaşmazlıkla birlikte ve Balkan Devletleri arasında anlaşmazlık ise Türklere karşı harekete geçmelerini önlüyordu. Fakat Osmanlılar bu fırsattan yararlanarak, Balkan yarımadasına yayılarak ve Rumeli’yi Türklere süratle açmak istiyorlardı. Rumeli de Türk nüfusu çoğalıyordu ve Rumeli’ye iskan ve yerleştirme metodu uygulandı. Osmanlı Devletinin başında bulunan Süleyman Paşa Rumeli topraklarını Türkleştirmek için, Konya Karamandan getirdiği Türkmen göçebeleri bu bölgelere yerleştirdi. Osmanlı ordusu Rumeli topraklarını ele geçirerek kendi hakimiyeti altına aldı ve bu esnada Bulgar krallığı ve Sırp ordusu yenilgiye uğradı. Osmanlı Devleti Rumeli’deki yerlere Türkleri yerleştirmeyi büyük bir hızla gerçekleştirirken, bir yandan da Rumelide İslamiyeti yaymak dolayısıyla büyük gayretler sarf ettiğinde Türkiye‘den Osmanlı hükümeti tam tekmil savaş hazırlıklı komutanıyla hocasıyla, müftüsüyle, hekim ve imamıyla birlikte Rumeli sınırları içinde bulunan Bulgaristan’ın çeşit bölgelerine de birlikler göndererek, burada bulunan halkı bilinçlendirerek, aynı zamanda İslamiyeti de oradaki bölgelere yaymışlar. Rumeli’ye göndererek İslamiyet’in yayılmasına gayet hızlı bir şekilde gayret göstererek, Konya Karamandan gelenler arasında bulunan Komutanlardan Yüzbaşı Hacı Osman ve kardeşleriyle birlikte bu kutsal görevi üstlenmişlerdi. Kaynak Osmanlı Tarihi Ansiklopedisinden olan Vatan Gazetesi yayınıdır   Bizim atalarımız Konya Karamandan ve Türkiye'nin diğerillerinden gelerek  Rumeliye  işte böyle  ecdadımız çok güç çileler çekerek Rumeliye islamiyeti yaymıştı . Türklüğün kaybolmaması için elinden gelen çabalarıyla benliklerini korumuştu .

*

 ATATÜRK'ÜN FOTODRAFLARLA
ANILARI
İZMİR SUİKASTI

İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:
- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet, dedi. Ben yine sordum:
- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.
- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
- Hayır.
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.

O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.

Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı..

ASKERLE GÜREŞ


Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?
Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.
Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!
Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?"
Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye


GÖMÜLECEĞİ YER


Atatürk'ün gömüleceği yer ve toprak:
O'nun kabri Ankara'da olacaktır. Fakat bu şehrin neresinde? Çünkü O' nun en son kuvvetli isteği bir an önce Ankara'ya dönebilmekti. Biri Büyük Millet Meclisi'nden İstasyon'a inen cadde üzerindeki yuvarlak yer, diğeri Çankaya'daki yeni köşkün mermer havuzu. Bu yerler şu nedenle konuşulmuştur:
Bir akşam Atatürk'ün etrafında toplananlar arasında, O'nun ölümlü oluşu üzerinde durulmuş ve özellikle kendisi 1926 suikast girişiminden sonra söylediği cümleyi tekrar etmişti. "Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." dedikten sonra "Milletim beni istediği yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın," demişti. Meclisin altındaki yuvarlak yeri ortaya atan kişiye ise, "iyi ve kalabalık bir yer, fakat ben böyle bir arzumu milletime vasiyet edemem". Ancak, gene o akşam ileri sürülen bir fikrin kendisini çok duygulandırdığını, bugün bile hatırlıyorum.
Memleketin bütün sınır boylarından getirilecek toprak üzerinde yatmak. Recep Peker, hararetle bu fikrin sembolik savunmasını yapmıştı. Atatürk, böyle bir fikrin uygulanmasından ancak, ölümlü vücudu için hoşlanacağını ve gurur duyacağını anlatırken bana bakarak: "Bunu unutma!" demişti.


SOKAK ÇOCUĞU

Atatürk'e, düşmanlarından bir bayan, bir yabancı gazetede (sokak çocuğu ve zalim) diye yazılar yazmak küçüklüğünü göstermişti.
Bir gün Yat Kulüp'te Atatürk, arkadaşlarına bu yazıdan söz ederek demiştir ki:
- Bana sokak çocuğu diye yazmış... Ben pek küçük yaşta yatılı bir öğrenci olarak okullara girmedim. İdadi'den Harp Okulu'na, oradan da orduya hizmete gittim. Sorarım sizlere, benim sokakta oynamaya vaktim mi vardı? Bana (zalim) diyormuş... Ben eğer bu vatana ihanet eden birkaç adamı mahkemeye vererek, kanun çerçevesinde bu adamlar cezalarını buldularsa, benim onlara karşı sevgimden ziyade, Türk milletine sevgim daha büyüktür... Bu nedenle Türk milletine onların zararlı vücutlarını feda ettim..." demişlerdi

YANINA ALDIĞI İLK ER


Atatürk, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.
- Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.

KAHRAMAN TÜRK KADINI


1 Mart 1923 Tarsus:
Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın.
                                                                                *

































































KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR


 
ir gece beraber oturuyorduk. Yanımızda Siirt milletvekili Mahmut Soydan, şimdiki Macaristan elçimiz Ruşen Eşref Onaydın, bir de Soysallı vardı. Atatürk, ertesi günü Büyük Millet Meclisi'nde okuyacağı söylevi hazırlıyordu. Mahmut'la Ruşen Eşref not tutuyorlardı. Atatürk ara sıra bana da, "Ne dersin?" diye soruyordu. Ben ne diyebilirim? Hiç... Sonra Atatürk bana döndü ve dedi ki:

- Bu memleketin efendisi kimdir?

D
üşündüm. Karşılığı o verdi:

- Türk köylüsüdür, dedi. Ve devam etti:

- Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!..

TÜRK ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM

Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
- Binbaşı mısınız?
- Hayır.
- Albay mı?
- Hayır.
- Korgeneral mi?
- Hayır.
- Peki nesiniz?
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!..

General SHERRIL

Kaynak: General Sherril - Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, 1935




İNANMAYANLAR DA HAKLIYDILAR

Mustafa Kemal realist bir liderdi. Lekelemelerin politika kadrosunu nasıl daraltacağını ve kendisini bir avuç partizan takımı elinde bırakacağını düşünerek, açıkça bir suç işlemiş olanlar dışında yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi. Sicil yoklamalarına rağbet etmedi. Bir gün bana:
- Kuva-yı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler, demişti.

Falih Rıfkı ATAY

Kaynak: Falif Rıfkı Atay - Mustafa Kemal, Mütareke Defteri, 1955




İZMİR SUİKASTI

İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:
- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet, dedi. Ben yine sordum:
- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.
- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
- Hayır.
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.
O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.

Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Yahya Galip KARGI




MUTSUZ LİDER

Bir akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, kişisel özgürlüğünün birçok bölümlerinden yoksun bırakılması acısını hüzün dolu sözlerle şöyle anlattı:

- "Şimdi siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız. Benim gözümde bunun ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz. Halime bakın, sahip olduğunuz bu özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı bir insanım. Bütün eğlencem, akşamları soframa topladığım arkadaşlara ayrılmıştır. Haydi şimdi buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere girip çıkın, arzu ettiğiniz gibi eğlenin. Ben de bunun hayaliyle avunurum." dedi.

O akşam hepimiz masadan erken ayrıldık.

Damar ARIKOĞLU
Kaynak: Damar Arıkoğlu - Hatıralar, 1961




ASKERLE GÜREŞ

Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?

Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.

Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!

Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?"

Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.

Tahsin UZER

Kaynak: Millet Dergisi, 1946




İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI

Hastalığının ilerlemiş zamanında:
"Hatta bir gün, bizim önümüzde bazı siyasi sorunlara değinip Romanya' da yapılan hükümet değişmesinden söz ederken, bir patriğin işbaşına gelmiş olmasından hayret duyduğumu söyledim. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı'nın da yaklaşmakta olduğunu anıştırarak dedi ki:
- "Bir savaş çıktığı takdirde, kanımca yansız kalmalıyız. O zaman birçok fırtınalar kopacak. Devlet gemisini gayet ustaca yöneterek işin içinden sıyrılmaya çalışılmalıdır." dedi.

Prof. Dr. Nihat Reşat BELGER

Kaynak: Nihat Reşat Belger - Atatürk'ün Hastalığı




YANINA ALDIĞI İLK ER

Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kütlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi. Bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü. Zayıf bir kadındı. Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle:
- Beni tanıdın mı oğul? dedi... Ben sizin Selanik'te komşunuzdum. Bir oğlum var: Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz. Fakat Müdür dinlemedi. Oğlumu yine işe almamış... Ne olur bir kere de siz söyleyiniz.
Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle:
- Oğlunu almadılar mı? dedi. Ben salık verdiğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş... Çok iyi yapmışlar... İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak...
Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Atatürk adeta kendinden geçercesine dolu bir sesle:
- İşte Cumhuriyetten beklediğimiz sonuç... diyordu.

Hulusi KÖYMEN

Kaynak: Uludağ Dergisi, 1941




GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ

1924 yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı:
- Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu. Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu:
- Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? İhtiyar, Kürt şivesiyle:
- Valle Padişah bilir! dedi
Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle:
- Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?
İhtiyar tekrar etti:
- Padişah bilir!...

Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü:
- Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi
Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi:
- Köylere genelge yolladık Paşam, dedi. Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı:
- Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!..."

Ahmet Hidayet Reel




KAHRAMAN TÜRK KADINI

17Mart 1923 Tarsus:

Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.

Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.

Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."

Taha TOROS
 




 
                OSMAN PAŞA



Muratlı özel eğlence alanı hus_gun





Doksanüç Harbi diye meşhur olan, Osmanlı-Rus Savaşında (1877-1878) Plevne cephesinin ünlü kumandanı.
1832’de Tokat’da doğdu. Beşiktaş’taki Askerî Rüşdiyede ve Kuleli Askerî İdâdîsinde (lisesinde) okudu. Harbiye’yi yirmi yaşında ikincilikle bitirdi. Harb Akademisine girdi. Akademi’yi bitirmeden, Kırım Savaşının çıkması üzerine Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak, teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda yüzbaşı oldu. 1856’da Akademi’ye devâm ederek tahsilini tamamladı. Genel Kurmay Başkanlığında çalıştı. Anadolu’nun haritasını çıkarma göreviyle Bursa’ya gönderildi. Tesalya’da, Yenişehir’de ve Cebel-i Lübnan’da görev aldı. Girit isyânlarının başlaması üzerine Girit’e tâyin edildi. 1866’da Girit’teki çalışmaları ile Serdâr-ı ekrem Ömer Paşanın takdîrini kazandı. Miralay (albay) oldu ve Yemen’e gönderildi. Arkasından Paşa rütbesiyle Rumeli’de bulunan Beşinci Ordu Manastır Fırka (tümen) Kumandanlığına tâyin edildi (1875). Buradaki çalışmaları takdir edilerek, birinci ferik (korgeneral) oldu. Sırp isyânları başlayınca emrindeki birliklerle İzver tepelerini ve Zayçar kasabasını zaptetti. Sırp ordusunu yendi ve müşir (mareşal) oldu (l876).
Gâzi Osman Paşayı bütün dünyâya tanıtan, (1877-1878) Osmanlı-Rus Harbindeki savunma, gayret ve kahramanlıklarıdır. Bu harpte, Plevne cephesindeki müdâfaası ile dünyâ harb târihine yeni prensipler getirdi.
Gâzi Osman Paşa, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı başladığı sırada Vidin ve Rahova bölgelerinin korunmasıyla vazîfeliydi. Tuna’yı geçerek savaşın düşman topraklarında yapılmasını teklif ettiyse de, buna izin verilmedi. Rusların Berkofça Dağlarını aşmaya başlamasından sonra Osman Paşaya hareket emri verildi. Osman Paşa, kumandasındaki kuvvetlerle Plevne önlerine geldi. Rusların elinde bulunan şehri ele geçirerek, savunma için gerekli tedbirleri aldı. Ruslar Pelevne’ye karşı saldırıya geçti. Osman Paşa, Rusların bu ilk saldırısını, bir karşı taarruzla Osma Suyunun öte yakasına atarak bertaraf etti (20 Temmuz 1877).
Ruslar 30 Temmuzda tekrar bir saldırıya geçtiler ve yapılan kanlı savaşlardan sonra geri çekildiler. Bunun üzerine Rus Çarı, Osman Paşaya karşı Romen ordusundan yardım istedi. Rus Çarı, Romanya Prensi Birinci Karol’e yardım için şu târihî telgrafı çekti.
İmdâdımıza gel! İstediğin gibi, istediğin yerden, dilediğin şartlarla Tuna’yı geç! Acele Plevne’de yardımımıza yetiş! Türkler bizi mahvediyorlar! Hıristiyanlık dâvâsını kaybetmek üzeredir!”
Bu yardım talebi üzerine, Romenler elli bin kişilik bir orduyla Plevne’de Ruslara yardıma koştu. 11 Eylülde Rus-Romen birleşik ordusu, tekrar Plevne’ye doğru taarruza geçti. On iki saat süren büyük Rus taarruzu, düşmanın, kesin mağlûbiyetiyle netîcelendi. Böylece Osman Paşa, üçüncü Plevne Savaşını da kazandı (11 Eylül 1878). Gâzi ünvânını aldı.
Daha büyük kuvvetlerle kuşatmaya devâm eden Ruslar, Plevne’nin teslimini istediler. Gâzi Osman Paşa bu teklîfi reddetti. Hiçbir yerden yardım gelmeyen Plevne’de yiyecek, yakacak ve ilâç sıkıntısı başlamıştı. Bu durum karşısında Gâzi Osman Paşa, bir huruç (çıkış) harekâtı yaparak, Plevne’den çıkmaya karar verdi. Bu kararı öğrenen Plevne ahâlisi, ileri
gelenleri Osman Paşaya ricâcı gönderdiler; “Eğer asker Plevne’den çıkarsa, sivil halk içindeki Bulgarlar, bizlere çok zarar verir. Müsâade ediniz biz Müslüman ahâli de Plevne’den çıkalım.” şeklindeki teklif üzerine Bulgar halkının ileri gelenlerini çağıran Osman Paşa, onlardan Müslümanlara zarar vermeyeceklerine dâir söz aldı. Buna rağmen Müslümanlar; “Biz de sizlerle gelelim.” diye çok yalvardılar. Osman Paşa, kimseyi kırmamaya dikkat ederdi. “Biz askerî usûllerle harekât yaparız. Sizler bize ayak uyduramazsınız.” dediyse de, halkın istekleri çok acındıracak durumda olduğundan istemeyerek râzı oldu.
Huruç harekâtının yapılacağı sabah, halkın araba, kağnı ve hayvanları ile askerin intikal yoluna askerden önce, geceden dizilmiş olduğu görüldü. Plevne yollarında tam bir hengâme oldu, yollar kapanmıştı. İşte bu esnâda Rus topçusu ateşe başladı. Nice çoluk çocuk, kadın-kız bu ateş altında şehid oldu. Halkın bu aceleciliği aynı zamanda harekâtı da ifşâ etmişti. Zâten küçük bir kasaba olan Plevne yollarında yayaların bile geçmesi zorlaşmıştı. Plevne’yi kuşatan Rus ordusuna karşı asker “Allah Allah” sesleri arasında hücûma geçti. Sayı ve silâhça kendilerinden kat kat fazla olan düşman ordusunun birinci hattını kahramanca yardı. Ancak Ruslar, asker ve silâh çokluğunun yanında, ayrıca devamlı takviye alıyordu. Bu çıkış harekâtı sırasında Gâzi Osman Paşanın atı isâbet alarak öldü. Kendisi de bacağından ağır yaralandı. Açlık, hastalık, yardımın gelmemesi ve maiyetinde her türlü fedâkârlığı gösteren askerin harcanmaması düşünceleri Gâzi Osman Paşayı teslime mecbur etti. Yarası, Vizsuyu kenarında bir evde sarılırken, Rus generali Ganetski tarafından esir alındı. Az sonra Rus Başkumandanı Grandük Nikola askerî tören yaptırarak, askerlik ve esirlik kâidelerine aykırı olmasına rağmen, Osman Paşanın kılıcını iâde etti. Heyecan ve samimiyetle takdir ve parlak savunmasından dolayı tebriklerini bildirdi. Azamî hürmet göstermeye çalışan Nikola, Osman Paşaya:
“Şu anda yeryüzünde bu kılıcı şerefle taşımaya hakkı olan tek insan sizsiniz.” demekten kendini alamadı.
Kısa bir süre sonra Rus Çarının bulunduğu karargâha getirilen Osman Paşa, Çar tarafından da tebrik edildi. Rusya’ya trenle götürülen Osman Paşa, trende Rus subaylarıye harp ve askerlik üzerine Fransızca sohbetler etti. Rusya’ya varışında, ülke içinde istediği yere gidebileceği bildirildi. Gâzi Osman Paşa bâzı Türk illerini gezdi. Her gittiği şehirde devlet reislerine yapılan merâsimle karşılanıp uğurlandı.
Gâzi Osman Paşa, bir müddet sonra Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın teşebbüsleri netîcesinde Rusya’dan İstanbul’a döndü. İstanbul’a gelişte halk tarafından büyük sevgi ile karşılandı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, göz yaşları içinde alnından öptü ve kendisine; “Sen benim yüzümü bu dünyâda ak ettiğin gibi, Allah da senin yüzünü iki cihânda ak etsin.” diye duâ etti. Serasker oldu. Yedi yıl bu görevde kaldıktan sonra Sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından Mâbeyn Müşiri (Saray Mareşalliği) görevine getirildi.
Ölünceye kadar bu görevde kaldı. Törenlerde, Pâdişâhın arabasında ve ona karşı otururdu. 1900’de 68 yaşında vefât etti.Kabri, Fâtih Câmii avlusundadır.Türbesini, onu çok seven Sultan İkinci Abdülhamîd Han yaptırmıştır.
Gâzi Osman Paşa, temiz ahlâkı, kahramanlığı, samîmî Müslümanlığı ve devlete olan bağlılığı ile günümüze kadar sevgi ile anılmıştır. Adına yazılan Plevne veya Gâzi Osman Paşa Marşı hâlâ söylenmektedir.

  1.  
                                                  OSMAN  PAŞA MARŞI


    Tuna nehri akmam diyor
    Etrafımı yıkmam diyor
    Şanı büyük Osman Paşa
       Plevne'den çıkmam diyor.

    Düşman Tuna'yı atladı
    Karakolları yokladı
    Osman Paşa'nın kolunda
    Beşbin top birden patladı.

    Kılıcımı vurdum taşa
    Taş yarıldı baştan başa
    Askerinle binler yaşa.
    Namı büyük Osman Paşa.